Heyecanı anlamak mümkün ama yol açtığı acelecilik çok kötü gerçekten. Dün BM Genel Kurulu’nda Filistin’in tam üyeliğe kabul edilmesi çağrısını içeren kararını, Filistin devletine tam üyelik verildi diye yorumladı medyamız.
Oysa karar Filistinlilere BM’ye tam üyelik hakkı vermiyor, sadece BM’ye katılma hakkı tanıyor. Karar, Filistinlilere Eylül 2024’ten itibaren bazı ek haklarla, ayrıcalıklar da sunuyor. Kararda Filistin’e BM’de oy hakkı da verilmiş değil. Genel kurulda, 143 lehte, dokuz da aleyhte oy kullanıldı, 25 ülke de çekimser kaldı. Karar “Filistin Devletinin … bu nedenle üyeliğe kabul edilmesi gerektiğini belirler” ile “Güvenlik Konseyine konuyu olumlu bir şekilde yeniden değerlendirmesini tavsiye eder” ifadelerini içeriyor. Yani tam üyelik yok.
BM’ye tam üye olmak için yapılan bir başvurunun önce 15 üyeli Güvenlik Konseyi, ardından da Genel Kurul tarafından onaylanması gerekiyor. Üyeliğe sadece BM Güvenlik Konseyi karar verebiliyor. 193 üyeli Genel Kurul’da yapılan oylama yine de önemli. ABD’nin geçen ay BM Güvenlik Konseyi’nde veto etmesinin ardından Filistin’in BM’ye tam üye olma teklifine küresel bir destek verilmiş oldu böylelikle.
Bu BM Genel Kurulu’nun Filistin Devleti’ni desteklediğini de gösteriyor ayrıca. BM Güvenlik Konseyi bu kararıyla iki devletli çözümden yana olduğunu da bir kez daha vurgulamış oldu. Tabii bu gelişmenin Gazze ile Batı Şeria’da yaşayan Filistinlilerin acılarını hafifleteceğini söylemek pek mümkün değil.
Statüsü “Gözlemci Devlet” olarak değişmesinin üzerinden tam on iki yıl geçtikten sonra Filistin Devleti Birleşmiş Milletler’in (BM) 194 üyesi olmaya çabalıyor. Aslında kolay bir süreç değil bu. ABD, Filistin’in BM Güvenlik Konseyi’ndeki (BMGK) talebini veto etmişti. Bilindiği gibi kesin veto yetkisine ABD’nin yanısıra BMGK’nın diğer dört daimi üyesi olan Çin, Fransa, Rusya ile İngiltere de sahip.
Filistin’in tam üyelik görüşmeleri başlamadan önce ABD’nin BM misyonu yaptığı açıklamada “ABD, Filistin halkı için devlete giden yolun doğrudan müzakerelerden geçtiği görüşünü korumaktadır” denildiğini anımsatalım. Bunun hiçbir anlama gelmediği ortada. İşi, yani Filistin Devleti’nin bağımsızlığını yokuşa sürmek demek bu açıklamanın özü.
Filistin’in tam üyelik talebini veto eden ABD, “uluslararası alanda tanınmış niteliklere” tam üyelik tanıyan BM kuruluşlarına yönelik fonları bile kesen bir ülke. Dahası da var; ABD yasalarına göre Washington, devlet olmanın “uluslararası kabul görmüş niteliklerine” sahip olmayan herhangi bir gruba tam üyelik veren herhangi bir BM kuruluşunu finanse edemez. Yani istediği/karşı olduğu bir karar çıktığında ABD BM kuruluşlarına verdiği maddi yardımı kesebilir. Filistinlilerin gözlemci üye olarak katılmasının ardından 2011 yılında BM kültür ajansı Unesco’nun fonlarını kesmişti, hatırlayalım.
BM’ye “Tam Üye” olmasının Filistin Devleti’ne birçok önemli faydası olacaktır kuşkusuz. Filistinliler hem devletlerini, hem egemenliklerini dünyanın bu en büyük platformunda dile getirebilecekler.
İkinci olarak, BM süreçlerine katılımı mümkün hale gelecek Filistin Devleti’nin. Kararların alınması da onun da sözü, oyu olacak. Bu katılım Filistin’i küresel sahnede rol sahibi yapacak, görünürlülüğünü de hayli arttıracak. Ayrıca İsrail ile müzakerelerdeki konumunu güçlendirecek. Üyelik, müzakere masasında çeşitli meselelerin çözümü için ilave diplomatik araçlar sağlayacaktır Filistin Devleti’ne.
Kimi analistler, hem İsraillilerin hem de Filistinlilerin BM bünyesinde söz sahibi olmasının ya da temsil edilmesinin, bölgede güvenlikle istikrara katkıda bulunabileceğini düşünüyor. Mümkündür elbette. Gösterilecek dengeli bir yaklaşım her iki tarafın da kendini dışlanmış ya da güvensiz hissetmemesini sağlamış olacak da deniyor. Kendi adıma söyleyeyim, İsrail’in hiçbir zaman kendisini “dışlanmış” hissettiğine tanık olmadım. Bu konuda iki ülkenin “eşitlenmiş” olmasını doğru bulmam.
Tabii yukarıda saydıklarımdan faydalanmak için Filistin Devleti’nin başvurusunun BMGK’de onaylanması gerekecek.
ABD vetosu varken ortada, zor görünüyor bu.
Tamam heyecanlandık falan ama “acele” etmesek keşke.